PolitikaTarihToplumWorld news
Trending

BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM MANİFESTOSU

BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM MANİFESTOSU

İÇİNDEKİLER
GİRİŞ

  1. 1. Doğa ve Anlam
  2. 2. Toplumsal Doğa ve Sorunsallık
  3. 3. Tarihsel Toplumda Devlet ve Komün İkilemi
  4. 4. Modernite
  5. 5. Kürt ve Kürdistan Gerçekliği
  6. 6. PKK ve Fesih
  7. 7. Yeni Dönem Perspektifleri

1.BÖLÜM: Doğa ve Anlam

  1. 1. Doğanın Diyalektiği
  2. 2. Düşüncenin Diyalektiği
    A. A. Mimetik Düşünce
    B. B. Mitik Düşünce
    C. C. Dini Düşünce ve Felsefe
    D. D. Diyalektik Düşünce ve Marksizm
  3. BÖLÜM: Toplumsal Doğa ve Sorunsallık
    İnsanın Türeyişi
    a. 1. Toplumsal Doğanın Tanımlanması ve Anlamı
    b. 2. Toplumsal Doğanın Temel Özelliği
    c. 3. Toplumsal Doğanın ve Kadının Rolü
    d. 4. Kadın-Tanrıça Kültüründen Erkek-TanrıIık Kültürüne Geçiş
  4. BÖLÜM: Tarihsel Toplumda Devlet ve Komüna.
  5. Kastik Toplumsal Katil
    b. 2. Kastik Katil Anlaşılmadan Sosyoloji Yapılamaz
    c. 3. Kastik Katilin Saldırısı, Kadının Eve Kapatılması
    d. 4. Klandan Komüne, Ezilenlerin Direnişi
    e. 5. Kabile Bir Savunma Örgütüdür
    f. 6. Marksizm’e Yönelik Sınıf Eleştirisi
    g. 7. Aristokratik Devrim
    A. A- Aristokrasinin Tunç Temelli Savaş Arabaları
    B. B- Aristokratik Devrimin İdeolojik Formasyonu
    a. 8. Eksen Çağı
    b. 9. Yunan Dönemi
  6. BÖLÜM: Modernite ve Mahşerin Üç Atlısı
    a. 1. Modernite, Tüm İnsanlık Değerlerinin Avrupa’daki Yükselişidir
    b. 2. Kapitalizm ve Reel-SosyaIizm
    c. 3. Kapitalist Modernitenin Alternatifi Demokratik Modernitedir
  7. BÖLÜM: Kürt Gerçeği, Kürt Sorunu ve İnkârı
    a. 1. Kürt Varlığı ve Zaman
    b. 2. Tarihin Merkezinde Kürt ve Kürdistan Gerçeği
    c. 3. Eksen Çağı
    d. 4. Kürt Gerçeği
    e. 5. Kürt Aklı
  8. BÖLÜM: PKK ve Fesih — Aileden Ulusa
    a. 1. PKK ile Kürt Varlığına Geçiş
    b. 2. PKK İnkârcılığa Karşı Kürtlüğü Diriltme ve Kesinleştirme Hareketidir

c. 3. PKK ve Modernite
d. 4. PKK’nin Kazanımları

  1. BÖLÜM: Gelecek İçin Temel Perspektifler
    Kısım 1: Teori
    A. 1. Modernite
    B. 2. Kapitalist Modernite
    a. A- Kapitalist Burjuva Toplumu
    b. B- Ulus Devlet
    c. C- Kapitalist Endüstriyalizm
    A. 3. Demokratik Modernite
    B. A- Demokratik Ulus
    C. B- Demokratik/KomünaI Toplum
    D. C- Eko-ekonomi / Eko-endüstri

Kısım 2: Politik Program
a. A- Siyasi Hedefler
b. B- Sosyal Hedefler
c. C- Ortadoğu’da Kürt Sorunu ve Demokratik Entegrasyon Çözümü
Kürtler arası Birlik
a. D- Ortadoğu’da Toplumsal Kriz ve Demokratik Modernite Çözümü
b. E- Enternasyonalist Hedefler
Kısım 3: Temel Strateji
Kısım 4: Temel Taktikler
a. A- Bütünsel Hukuk
b. B- Öz-Savunma
Sonucun Sonucu-Sözün Özü
Sonuç Bildirgesi

GİRİŞ
Oturumumuz bir ön konferans gibidir.
Çalışmamıza şöyle bir başlık atmak istiyorum:
Kürt Varlığında ve Sorunsallığında bir dönemin sonu
Ve yeni bir dönemin eşiğinde olmak…

Bu çok zorlu ve tarihi bir çalışma olacak.
Yeniden yapılanmaya doğru giderken
sorunu farklı başlıklarda ele almaya ihtiyaç vardır.
Bu başlıkların her biri derinlikli analizler gerektiriyor.
Zaman alacaktır ve aceleye getirmemiz doğru olmaz.
Bununla birlikte, giriş kısmı ana metnin ruhunu veriyor.
Arkadaşlar, süreci geciktirmemek adına
bu taslağa dayanarak Kongre süreçlerini ele alabilirler.
Kürtler de varlık bilinci ve farkındalık konusuyla başlamak istiyorum.
Hani o Kürtler var mı yok mu?
Veya ne kadar var olabildiler?
Daha da önemlisi varoluş ile özgürlük ne kadar içe içedir
Ve birbirlerini ne kadar olanaklı kılarlar yaklaşımları vardı.
PKK, Kürt varlığını kanıtlama ve özgürlüğün kapısını aralama hareketiydi.
Fakat özgürlük tam sağlanamadı.
Bu noktada tıkanma var.
Yıllar sonrası,içinde bulunduğumuz dönem bize biraz bunu ifade ediyor.
Bunun için akın bir geçmişe göz atalım.
Örnek olarak,Kürtlükte son iki ve etkili ayaklanmanın veya kalkışmanın,
sembol önderleri olan;
Şeyh Sait ve Seyit Rıza’nın idam sehpasındaki son sözleri nasıl
yorumlamalı?
Bunu biraz açalım.
Bu son sözler anlam olarak geleneksel Kürtlüğün yok edildiğini ifade ediyor.
Bu geleneksel Kürt varlığının bu son iki önderi idam sehpasında bu bitişi
ifade ederek miras bırakmışlardır.
Neydi Şeyh Sait’in o son sözleri: ?
”Hani savcı bey vaat etmiştin,
birlikte bir kuzulu muzulu bir ziyafet çekecektik,ne oldu?” diye soruyor.
Bu, din bir i gaflettir.
Kendisi dindar bir nakşi şeyhidirde.
Ve bu sözleri,aslında hazin bir trajik yanılgının da ifadesidir
Sığındığı o ideolojinin ne kadar
yanılgılı olduğunu ortaya koyuyor.

Seyit Rıza’nın son sözleri ise;
“Ben sizinle ve sizin yalanlarınızla baş edemedim, bu bana ders olsun”
Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim,
bu da size dert olsun” dur.
Bu söz hem kandırılmayı ifade ediyor,
hem de son anda idamdan kurtulma karşılığında dayatılan teslimiyeti.
Seid Rıza ise,Hayır diyor.
“Teslim olmam bu da size dert olsun”
diyor.
Ve gerçekten Dersimi dert kaynağı olarak bırakıyor.
Sonuçta hem Nakşi Sünni geleneği, hem Alevi geleneği, her ikisi de uydurmadır.
Kapitalist Modernite ulus devletçiliği geliştirilirken, Kürt inkarcılığı bu iki kavramla atılıyor.

  1. Yüzyılın başlangıcında uydurma bir Alevilik inşa ediliyor.
    Bu iki iki aldatmacayla, Kürt geleneksel varlığı da yok ediliyor
    Özü budur.
    Şimdi bunun izleri hala çok çarpıcı olarak Bingöl ve Dersim somutunda yaşanıyor.
    Bu önderler bu ölü gerçeği ifade etmiş oluyorlar İdam sehpasında.
    Hasta değil,yaralı da değil; ölü bir gerçeklik.
    Bununla bağlantılı bir ara dönemde de,
    Kadı Muhammed, Mustafa Barzani, Qasımlo
    ve Celal Talabani şahsında yaşanan dönem.
    Bildiğimiz geleneksel feodal geçiş dönemi.
    Yani bize kadar gelen, içinde yarı burjuva yarı aristokrat kişilikler barındıran ve günümüze kadar varlığını sürdürerek gelen burjuva diye kastettiğimiz bir dönem.
    Aslında İslam’daki kapitalistleşme, burjuvalaşma…
    Böyle bir dönem.
    Böyle bir kapitalizm.
    Milliyetçi bir varlık
    Ve milliyetçi temelli bir bilinç.
    Temsilcilerden belli.
    Kadı Muhammed’in bir devlet olma geleneği vardı zaten.
    Barzani’nin bir devlet olma deneyimi
    ise yaşanıyor hala.
    Buna Talabani de ortak.
    Ama ne kadar çabalansada bir Kürt ulus devlet henüz yok.
    Ne kadar çabalansada şüpheli.
    Olsada ne kadar yerel bir olgu olacağı da tartışmalı.
    Ve daha da önemlisi, bu son Kürt Federe Kürt Devleti bize karşı çıkartıldı.
    Bizzat Türkiye Cumhuriyeti’nin olmazsa olmaz destekleri temelinde gelişti.
    Bu varyant oluşum 1992’den itibaren
    Devrimci Hareketi tasfiyenin bir aracı haline getirildi.
    Çok çarpıcı bir gerçeklik olarak bunlara
    Kürt miliyetçiliği, Kürt sermayesi.
    ilkel komprador burjuvazi diyoruz biz.
    Bazıları Diyarbakır, Erbil ve hatta Mahabat merkezli olarak daha gelişmiş olabilirler
    Bana göre bunlar geçici ve yapay
    karşı devrim ögeleridir.
    Tasfiye aracı olarak dayatılan aygıtlar oluşumudurlar.
    Hem ideolojik içerik olarak hem pratikleşme olarak
    Bunun yanı sıra bir de aranın arası bir dönem var.
    Yani bize kadar gelen bir dönem.
    Temsilcileri veya ifade edicileri olarak,
    Sait Elçi ,Sait Kırmızıtoprak,
    Süleyman Mouni kardeşler.
    Hatta Sıraç, Edebiyatta Cigerxwin ,
    Ve müzikte Aram Tigran’ı örnekleyebiliriz.
    Bunları, kimilerine yurtsever, kimilerine ise sosyalist diyerek yorumlayabiliriz.
    Ama bunlarda çok bireysel kalmışlar,
    Çoğu imha edilmişler bu işbirlikçiler tarafından.
    Kendilerini anlamlandırmakta ve yaşatmakta güçlük çekmişler.
    Hepsi komploya kurban gitmişler.
    En önemlisi de sürgünde ölmüşler.
    Dürüstler ve işbirlikçilik yaptıkları olmamış.
    Tabii bunlar bizi de biraz etkilemişler.
    Yani nereden bakarsak bakalım, bizim Purotolarımız da diyebiliriz bunlara .
    Böyle bir anlam biçiyorum bu aranın arası döneme.
    Şimdi bizimle ilgili olan, yani 20. yüzyılın sonu ile 21. yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuran dönem olan kendi gerçekliğimden bahsetmek istiyorum
    Bir Apo gerçekliği veya hakikatı var.
    Bu ne inkâr edilebilir ne de abartılabilir.
    Bu Apo hakikati nasıl yorumlanmalı?
    Neyi ifade eder?
    Önderliksel gerçekliği itibarı ile çok az anlaşıldı.
    “Önderlik Gerçeği” diyorsunuz.
    Ama anlamıyorsunuz.
    Apo gökten inen bir Mesih değildir
    Kadrolar donanımsız.
    Halk dağılmış, felç edilmiş.
    Ve anlama gücü yok olmuş.
    Elli yıldır Apo mesihçiliği de bununla bağlantılıdır.
    PKK’de Önderliksel gerçekleşme,
    Kürdistan’da sosyalist önderliğin inşası
    Ve Kürt tarihinde bir dönüm noktasıdır.
    Emekle, toplumsal gerçekleşmeyle kendisini yaratan bir Önderliktir.
    APO’da önderlik inşaası bir kişi kültü inşaası değil, kollektif önderlik inşaasıdır.
    Bu Apo şahsında önderliksel çıkış, geleneksel önderliklerin iflas ettiği ve
    Kürdün düşünceden düşürüldüğü bir dönemde gerçekleşmiştir.
    Böyle bir ortamda gelişmiş olmasına mucizevi anlamlar yüklenmesi bir yere kadar anlaşılırdır.
    Fakat artık yeter!
    Elli yıldır doğru anlaşılmayı bekliyorum.
    PKK’de önderlik gerçeğini anlamamak, PKK’yi anlamamak ve özgür Kürdistan’ı anlamamak demektir.
    Sizi önderlik gerçeğinin parçası haline getirmek için,elli yıldır amansız bir emek ve mücadele içindeyim.
    Şu an APO gerçeği hem bir süre-durum
    hem de an olarak tarihe damgasını vurmuş gidiyor.
    Ve siz bu önderlik gerçeğini doğru anlamadığınız için bırakın topluma öncülük etmeyi; kendiniz yürüyemiyorsunuz.
    Kendinizi taşıyamıyorsunuz.
    Kendinizi bir çözümsüzlük olarak
    dayatmakta ısrar ediyorsunuz.
    Bu ciddi bir durum.
    Ve geldik PKK’deki açmaza ve bir
    çözüm bulmaya.
    Yani bu fesih meselesine.
    Şimdi burada yaratım değeri fazla yok.
    bir anın tekrarı var.
    Bir sıçrama yapmak gerekiyor.
    Bir eşik atlamak gerekiyor.
    Tuhaftır bu durum, bize karşı Türklük ve devlet adına en fazla düşmanlık eden Devlet Bahçeli’nin çağrısı ile başlayan bir döneme denk geldi.
    Yani bize karşı yürütülen bu savaşın önderliğini yapan olan Devlet Bahçeli.
    Ben de bunu, devlet adına yapılmış ve demokratik çözümlü bir barış çağrısı olarak değerlendirdim
    Ve buradan çıkartacağımız tek sonuç ise;
    Ancak savaşanlar barışabilir.
    Bizzat savaşın sorumluluğunu taşıyanlar,
    barışın sorumluluğunu da üstlenebilir.
    Çünkü barış en az savaş kadar ciddi bir olaydır
    Ve böyle ciddi bir olayın sorumluluğunu da, öyle aradakiler, ikinciller üçüncüller üçüncüller değil, savaşın bir numaralı taşıyıcıları sahiplenebilir.
    Bu da gerçekçi olandır.
    Çünkü bu savaşı devlet yürütüyor.
    Evet biz de bu sese karşı duyarsızlık gösterilmemesi gerektiğine kani olduk
    ve yanıt verdik.
    Ki ben bu savaşımın bir numaralı sorumlusu, olarak sorumluluk duyarak ve yanıt verdim.
    Bunun ifadesi de şöyledir:
    Savaşanlar ancak barışı gerçekleştirir.
    Diğer muhatapların bu gücü olamaz.
    Diğerleri ikincildir ya da yardımcıdıdırlar.
    Bu da bana göre sağlıklı bir yöntemdir.
    Bu yöntem temelinde başlangıcı biraz
    daha boyutlandırdık.
    Şimdi bunun programını hazırlıyoruz.
    Nasıl bir demokratik toplum bunun yoğun çabası içindeyiz.
    Bu eşikten atlamak istiyoruz.
    Nedir bu?
    Savaş ve ayrılıkçı çatışma sürecinden,
    barış ve demokratik bütünleşme sürecine dönüştürmek,
    Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’yle ve diğer devletler Irak, İran, Suriye devletleri ile.
    Dolayısıyla bu atılan adım oldukça ciddiye alınabilecek bir adımlar.
    Her ne kadar belli zorlanmalara uğrayacak olsada,doğru adımlar bunlar
    Bu eşik atlatılacak mı ?
    Bunu tamamen yaratıcı çabalar mümkün
    kılabilecek.
    Bu yeni dönemi bu temellerde yedi ara başlık halinde sunmayı deniyorum.
    Bu yedi ana başlık, neden, nasıl, niye?
    Tartışıyoruz.

1- DOĞA VE ANLAM
Doğa ve Anlam veya Doğanın Diyalektiği:
Belki çok az akla gelebilecek ama bununla başlamak istedim.
Ne ifade edilmek istenildiğini biraz açmaya çalışayım.
Anlam, her şeyden önce bir şeyin anlamıdır Anlam bir ilişkiselliğe ve paylaşıma işaret eder:
Karakteristik olarak ortaklaşmacı, toplumsal bir kavramdır.
Varlıktan bağımsız bir anlamdan söz
edilemez.
Peki, anlam nasıl oluşur?
İnsan doğayı dinleyerek öğrenir ve anlam gücünü geliştirir.
İlk öğrenme tarzının mimetik olması bundandır.
Mimetik öğrenme veya düşünme tarzı, tamamen hayvanların sezgileri düzeyinde taklit ve alışkanlıklarla ifadelendirilir.
Yani hayallerle ve masallarla ifade edilen ve insanlığın Mitlk düşünce dönemi öncesidir.
İnsan doğayı dinleyerek doğadan dönüştürür.
Toplumsal tarih boyunca bu öğrenme yöntemi giderek zayıflamıştır.
Çünkü simgesel dil ve analitik zihin geliştikçe insan doğayı kendi kavramları ile tanımlamıştır
Ki bu da insanın doğaya yabancılaşması sonucunu doğurmuştur.
Ve bu yabancılaşma, kapitalist
modernite sürecinde zirveleşmiştir.
Her dönemin hâkim düşüncesi, o dönemin hakikati oluyor.
Yani bir dönemin hâkim düşüncesi,
o dönemin hakikati olarak kabul ediliyor.
Her gerçeklik ve her gerçekliğin bir ifadesi
var
O ifade de, bir düşünceyi ya da hayali ifade eder
Mesela mitik düşüncenin hâkim olduğu döneme mitik dönem diyoruz.
Yani tamamen hayallerle ifade
edilen bir dönem.

Ve bu dönem, İnsanlığın yaşadığı en uzun dönemdir.
Milyonlarca yıl bir mitik dönem yaşandı.
Hattta mimetik yanı ağır basan, yani hayvanların o taklitçi sezgileriyle iç içedir…
Hem mimetik hemde mitik düşünce dönemleri milyonlarca yıl yaşandı.
Mimetik dönemin ardı sıra mitik dönem düşüncesi gelişti.
O da büyük ölçüde neolitik, yukarı neolitik, ve mezolotik dönem hakikatidir.
Toplumsal karşılığı da klan kabile toplumudur.
Bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi ile
yeni bir kültürün, yeni bir yaşam biçiminin ilk defa yaşandığı bir dönemin ifadesi oluyor.
Mitik düşünce, Mimetik düşünceyi,
yani hayvan sezgilerini aşan bir düşüncedir.
Tamamen hayallerle ifade ediliyor.
Bu dönem İnsanında bir sembolik düşünce gelişiyor.
Hayvandan düşünce bağlamında bir ayrışma var.
Simgesel düşünce sadece insana özgü bir düşünce.
İnsan hayvandan simgesel düşünce ile ayrışır.
Mimetik düşüncede sembolizm yoktur,
sezgilere dayalı taklit vardır.
Taklit bir düşünce midir değil midir, tartışılır.
Mitik dönemin düşüncesi bu anlamda simgeseldir.
Mitik dönemin düşünce dünyası masallardır.
Sonrasında da tek tanrılı din dediğimiz
veya ona benzer bir dinsel düşünce var olacak.
Aşağı yukarı günümüze kadar
bir dini düşünce,dini anlamlandırma
aşaması sözkonusu.
İkisi de insanlığın beşiği dediğimiz bugünkü Yukarı Mezopotamya kaynaklıdır.
Hem mitik hemde dinsel düşüncenin beşiği bu Dicle Fırat vadileridir.
Mitler toplumsallaşmanın gerektirdiği anlam örtüleridir.
Toplumsal yaşamın maddi manevi ihtiyaçlarını karşılayan bir imgelem olarak toplum kurucu rol oynarlar.
Bu yönüyle Kılan toplumsallaşmasının zihin gücü hakikat oluşturucudur.
Büyük ekolojik döngü yaklaşık 15 bin yıl önce sona eriyor.

2- TOPLUMSAL DOĞA VE SORUNSALLIK
Birinci doğa da dediğimiz doğanın izah edilmesi, diyalektik düşünce sayesinde olmuştur.
Buradan hemen,ikinci doğada dediğimiz toplumsal doğa ve sorunsallık adlı başlığa geçiyorum
Evet, toplum da bir doğadır.
Ama buna ikinci doğa diyorlar.
Doğrudur.
Bana göre de toplumsal doğa ile büyük
farklılıklaşma var.
En temel özelliği, düşünce esnekliğidir. Doğadaki düşünselliği tartışmıyorum.
Ama toplumsal doğa düşünce ile örülen, bizzat insanın önce simgesel sonra
bilimsel, felsefi, dini bütün düşüncelerini temeline yerleştirdiği bir doğadır.
Toplumsal doğa bir taş değil, bir bitki değil, bir hayvan değil.
Düşünce temelli oluyor.
Toplumsal doğanın böyle birfarkı var. Toplum dedin mi hemen akla düşünce gelir. İşte Atina, felsefi toplum ile gelişti.
İşte Batı, bilimsel düşünce ile gelişti.
Londra, Amsterdam ikilemi diyelim,
bir Atina ve Isparta ikilemi, o da felsefe ile mesafeyi açtı.
İslami düşünce en verimli dini düşünce olarak mesafe kaydetti.
Bunların hepsi toplumun değişik aşamaları. İşte Sümer toplumu mitolojinin zirvesi,
Sümer toplumunu bu kadar ilkli kılan,
devletli toplumun beşiği olmasıdır.
Ve Yukarı Mezopotamya’da Dicle ve Fırat’ın olduğu mümbit verimli toprağın yarattığı mitsel bir düşüncedir ve orada zirve yapmıştır.
Tanrı ve tanrıçalar dünyası çok çarpıcıdır ve buradan alınan kavramlar daha sonra geliştirilmiştir.
Buradan alınan kavramlar Kuran’ı üretmiştir.
Kuran’daki düşüncelerin büyük bir bölümü buradan alınmıştır.
Atina felsefi düşüncesinin de büyük bir bölümü buradan alınmıştır.
Kuzey Avrupa o zaman vahşet döneminde. Atina’nın yaptığı; hem Medya’daki Zerdüşt felsefesini hem de Mısır’daki dini düşünceyi alır.
Babil’e gelmeyen aydın yoktur.
Hepsi Mısır’ı, Babil’i ve Medya’yı hatta Persepolis’i görmüşlerdir.
Aldıklarını bir senteze dönüştürmüşlerdir. Demokrasi düşüncesi de buradan alınıyor aslında.
Ve işte Grek ve Helen dediğimiz uygarlık adımı atılıyor.
Bir de toplumsallık.
İşte ilk çağ toplumu dediğimiz Marksizm’deki toplumun barbarlık aşaması veya ilkel dönem denilen dönem ve ardı sıra kölelik kurumu gelişiyor.
Buna geçmeden önce de bu toplumsallığın genel tanımını verdik.
Ama bu nasıl gelişti?
Yoplumsal gelişme Sümer
mitolojisinde nasıl izah edilir?
Üç tek tanrılı dinde de Âdem babadan Havva anadan nasıl yaratıldığı açık yazılıyor. Hatta beş bin yıl diyor.
Kendilerine göre bir tarih de veriyorlar.
Tamamen dini inançla bağlantılı.
Bilimsellik hatta Atina düşüncesi bunlarla arayı açtı.
Dolayısıyla yeni bir toplumu yaratıp zirveye çıkardı.
Kapitalizm aldı başını gidiyor.
Batı kökenli düşünce hem hegemonik düşünce hem de bizzat maddeleşmiştir. Maddi bir güç haline gelmiştir.
Ama bir nokta karanlıkta kalıyor.
Nedir o?
Bu toplumsal doğa nasıl oluştu?
Ve kim oluşturdu?
Toplum sadece bir araya gelen insanlardan müteşekkil bir oluş değildir.
Toplum bir araya gelen insanların ürettiği ve bunun etrafında ortaklaşarak kendilerini kollektivite üzerinden gerçekleştirdikleri bir değerler sistemidir.
Tüm toplumsal oluş ve yapılanmaların kurucu, taşıyıcı, geliştirici unsuru anlamdır.
Toplumun kendinden başka öznesi yoktur. Toplum oluşumunun, öznesi de nesnesi de yine toplumun kendisidir.
Ve bu oluş ucu açık bir karakter arz eder. Başka bir ifadeyle toplum kurulan, yıkılan
ve yeniden kurulan bir fiil halidir.
Nihayetinde bu toplumsal doğayı insan oluşturuyor.
Toplumsal doğa, insan türünün etrafında
oluşan bir gerçekliktir.
Hayvanlar da topluluk halinde yaşar.
O ayrı. Mimetik bir zihniyetolduğunu söyledik.
İçgüdülerle, taklitle oluşan bir şey.
Evet, insanda da içgüdü var.
Taklitçi eğilim hayvandan kalmadır.
Beynin en alt tabakası hayvandan kalmadır. Küçük beyin dediğimiz içgüdüden sorumludur.
Mitik düşünce, mimetik düşünceyi aşıyor. Onun da beyinde temsili, orta beyin dediğimiz kısımdır.
Onun sorumluluğunda insan, insan oluyor. Mitik düşüncenin geliştiği insan, aslında orta beyinle yaratılan insandır.
Tabii bunlar hep iç içedir.
Öyle bıçakla keser gibi basamak basamak yükselmez.
Hepsi iç içe.
Müthiş bir evren var.Peki, insan türünde kim ondan sorumlu olur? İşte burada kadın devreye giriyor. Daha da
dikkat çeken bir şey, erkeklik-dişiliğin nasıl meydana geldiğidir.
Bu da tabii biraz kafa
karıştırıyor.
Ama bilebildiğim kadarıyla önceki varlıklar tek hücreli biliyorsunuz, mitoz bölünme, her hücre sadece bölünüyor.
Bir’inden iki çıkıyor.
Böyle bir çoğalma biçimi biliyoruz.
Henüz ortada erkek dişi diye bir bölünme yok.
Ve bu devam ediyor,milyonlarca yıl.
En son tespit edebilindiği kadarıyla canlının dişil ve eril olarak ikiye bölünmesi 300 milyon yıl öncesine dayanıyor.
Bunları daha iyi inceleyebilirsiniz.
En azından böyle kabaca izah ediyorum. Zaten burada bilimsel ifadeye gerek yok, felsefi olarak konuşuyoruz.
Böyle bir dişil-eril bölünme neden oldu? Doğanın diyalektiği dedik ya, diyalektik bundan sorumlu.
Her şey ikilemlidir. Enerjiden, madde nasıl doğdu, parçacıklar nasıl farklılaştı?
Evet, atomda da parçacıklar var, parçacıklar olmasa atom zaten olmaz.
Madde enerjiye nasıl dönüşür? Madde yani o görünen şeyler, yıldızlar maddeleşmiş enerjidir.
Einstein’in E = mc2 formülü, enerjinin maddeye dönüşümü formülüdür.
Formülün önemi, burada konunun anlaşılmasını mümkün kılmasından geliyor.
Dişil-eril olayı da bunun bir uzantısıdır.
Evrendeki gelişmeye aykırı bir şey değil. Onun bir uzantısı olarak, artık yavaş yavaş tek varlıkta ikilem yerine ayrı varlıklarda bir birleşme.
Eril varlık türüyor, dişil varlık türüyor ve biri ikiye bölüyor veikiden tekrar bir birlik… Giderek derinleşmiş bir eril, derinleşmiş bir dişil varlık gelişiyor.
Bu, aşağı yukarı 300 milyon yıl öncedir.
Hem bitkilerde böyle gelişmeler oluyor hem de hayvanlar âleminde.
Bazı hayvanlar ısıyla bağlantılı olarak hem dişi oluyor hem de erkek.
Dolayısıyla bu katı bir şey değil, dönüşebilir, diyalektik bir gerçekliktir.
LBGT biliyorsunuz büyük bir tartışma
konusu.
Hem eril hem dişil özelliklere (hermafrodit) sahip böyle çok sayıda kişi var.
Hatta ameliyatla kendini ya erkek yapıyor ya dişi.
Böyle ameliyatlar yaygın olarak gerçekleşiyor.
Bunda dikkat çeken nokta dişil ve eril arası aşılmaz bir uçurumun olmamasıdır.
Tabii ki bunun felsefi sosyolojik yanı çok farklı.
Bunun ahlaki boyutu var, topluma yansımış hali var.
Bunlar diyalektik düşünce ile aşılabilir.
Burada kadının rolüne girmek istiyorum.
Eril-dişil ayırımı mucizevi bir şey değil, doğanın diyalektiği gereği bir şey. Bir üstünlük arz etmiyor.
Dişil olmak bir üstünlük değil veya erilolmak kutsallık değil.
Bunlar özel bir sonuç çıkarılacak bir olay değil.
Doğanın diyalektiği gereği bunlar olacak, oluyor.
Nitekim biz buna farklılaşma dedik; farklılaşma olmazsa yaşam olmaz.
Yaşamın anlamı farklılaşmayla bağlantılı. İşte tek bir kişi hem nasıl dişil hem eril olacak.
Yaşayamadıkları günümüzde belli. Hermafrodit insan, hem eril hem dişil nasıl oluyor?
Geleneksel ahlak bu kişileri mâhkum ediyor. Ama bana göre bu bir sorundur. Operasyonlarla erkeklik yönü öne çıkabilir, kadınlık tercihi öne çıkabilir.
Doğa seni ikiye ayırsa bu ikiye ayrılmayı bir özgürlük imkânı, bir farklılık olarak göreceksin, o farklılığın doğada bir anlamı var.
Dişilin de anlamı var, erilin de.
Toplumda da bu vücut bulmuştur.
Mühim olan bunları karşıt hale getirmemektir.
Karşıt hale getirme işte sorunun başlangıcı oluyor.
Şimdi toplumsal sorunsallık böyle başlıyor. Biri der “eril üstündür” diğeri der “dişil..” Böyle şeyler, toplumsal doğada sorunsallık konularıdır.
Dişil üstünlük arada gelişecek.
Onu biraz anlatalım.
Diğeri de karşı tez olarak yükseldi, “üstün olan erildir” dedi.
Ve sonuçta korkunç felsefeler oluştu.
Büyük bir sorun oldu.
Toplumsal sorunsallık uygarlık sonrasında devletle başlıyor demiştim.
Öyle görünüyor ki devletle değil; çok daha öncesinde, 30 bin yıl önce gelişmiş.
Ve sonuçta eril, kadınla benzeşmeyecek olağanüstü bir yapılanma Kadında da erkekle sanki dağlar kadar farkı olan
bir tip kişilik gelişti.
Dikkat edilirse erkeklik kromozonları ile kadınlık kromozonları arasında küçücük bir fark var.
Çok küçük bir farktır.
Sonuçta düşünce dediğimiz şey insana
özgüdür ve düşüncenin erkeği kadını yok. Düşünce bu ikilemleri tamamen aşan bir özelliktir.
Hatta erkeğe özgü siyasi alan,
kadına özgü siyasi alan demek saçmadır.
Tamamen insana özgüdür siyaset alanı.
Bunu daha da yaygınlaştırabiliriz.
Ekonomide, sanatta, hatta dinde, “kadının dini”,erkeğin dini” gibi ayrımlar yapıldı.
Ama buna temel bir gerçekliktir diyemeyiz. “Erkeğe özgü düşünce”, “kadına özgü düşünce”, bunlar kesinlikle sorunsallığı ifade eder.
Hatta sorun bile değildir, sorunsallıkta çakılıp kalmadır. Hatta diyalektik düşüncenin inkârıdır.
Feminizm kadına özgü düşüncedir.
Bunun karşıtı erkekliktir.
Erkeklikte de sadece erkekliğe dair düşünce, .
İki tutucu alandır, katılaştırıyorlar aslında. Böyle bir katılık doğada yoktur.
Doğadaki diyalektik topluma yansır.
Toplumdaki diyalektik de yaşamı mümkün kılar
Farklı yaşamı mümkün kılar.
Yaşam farklılıktır.
Fark, yaşamı ifade eder.
Yaşam da farklılaşarak zenginleşir.
Donmuş karşıt bir ikilem, uçurum
demektir.
Bu uçurumda vuruşurlar, aile cinayetlerinin altında da bu gerçeklik var.
O cinayete yeltenenin bakış açısında kadın donmuştur. Kadın mutlak kadın, erkek mutlak erkek.
Ama diyalektik bir düşünce akışı olmadı mı birisi diğerine mutlaka ihanet eder.
O onu vurur, diğeri onu vurur.
Buradan kaynaklanıyor sorunun temeli.
Bu da dediğim gibi müthiş bir sorunsallık
anlamına geliyor.
Bunu aşmak gerekiyor.
Bu ana başlık altında sorunsallığı doğru koyduğuma inanıyorum.
Biz devlet bağlamında kent-köy ayrımı dedik.
Sınıf ayrımına dayandırmak istedik.
Bu yetmiyor…
Böyle sınıftan kaynaklanan sorunsallık var. Devlet komün sorunsallığı var.
Bunları işleyeceğim.
Bunlar ciddi gerçekleşmeler.
Esas sorunsallık, toplumda eril-dişil öğenin çatışmasıyla başlıyor.
Eril-dişil düşünce tutuculaşınca, gözü görmez hale geldikçe, kendini temel gerçeklik olarak gördü.
Önce bunu kadında görüyoruz.
Kadın tanrıça çağı.
Bunun yaşandığını arkeolojik araştırmalar gösteriyor zaten.
. Son 30 bin yıldaki o tanrıça figürleri, böyle bir çağın nasıl, ne kadar yaşandığını gösterir.
Bütün Avrasya’dan Batı Avrupa’ya, Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar böyle bir dönemin yaşandığı tespit edilmiştir.
Peki, tanrıçalık ne anlama geliyor?
Kadın doğuran bir varlık, doğum kadında
gerçekleşir. İnsan türü olarak kadındaki doğum değişiktir ve yi anlamak gerekir. Bütün incelemeler şunu gösteriyor; bitkilerin çoğalması, ilk hücrenin bölünmesi kolay gerçekleşir.
Hayvanlardaki doğum biliyorsunuz yavru doğar yirmidört saat içinde ayağa kalkar. Bütün hayvanlarda bu böyledir. Bazıları uzun bazıları kısa sürelidir, ama kolay bir doğum kolaybüyüme.
Fakat insan türüne geldiğimizde enteresan bir durum doğuyo.
Zor doğum yapıyor ve o da yetmiyor beş-altı yıl ana desteği olmadan yalnız yaşayamıyor. Yani hayvanda yirmidört saat, insanda yedi yıla kadar çıkıyor.
Bu neyi gerektiriyor?
Ananın etrafında bir toplumsallık
gerektiriyor.
Çünkü erkeğin ne olduğu belli değil.
Yavrunun erkekle ilişkisi diye bir olgu yok
ortada.
Kadın ile erkek ilk defa nasıl karşılaştılar? İnsanda da, hayvanda da cinsel güdü var.
Cinsellik güdüsü, tıpkı açlık güdüsü gibi temel güdülerdendir.
Güdüler bilinçtir.
Canlılık işaretidir.
Açlık hissi olmazsa doyum olmaz, dolayısıyla yaşam olmaz; cinsel güdü olmazsa üreme olmaz, üreme olmayınca yaşam olmaz.
Bunu anlıyoruz.
Baba kim?
Aslında önce baba yok.
Hatta cinsellik kiminle kurulmuş, nasıl kurulmuş konusunda bir bilinç te yok.
Sadece bir güdü var.
Kültür insan türünde ortaya çıkan bir bilinçtir.
Bu, önce kadında başlıyor.
Çünkü çocuğu doğuran kadındır. Daha sonra tek tanrılı dinlerde de “Havva Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır.” denilir. Sümer mitolojisinde de bu bölüm uzunca anlatılır.
Yahudiler de bunu Tevrat’a koymuştur.
Tevrat’tan da Kuran’a geçmiştir.
Doğuran ana kadın çocuğu büyütmek zorunda.
Beslemek zorunda, beslemek için de toplayıcılık yapmak zorunda.
O da muazzam emek ve çaba gerektiriyor. Yaklaşık bir-iki milyonluk tarihten bahsediyoruz.
Bu, Afrika Rif Vadisi’nde başlamış, daha sonra Ortadoğu’da yoğunlaşmış.
Gerçek kültürleşme ise Toros-Zagros vadilerinde gerçekleşir. İnsan burada insan oluyor, kadın burada kadın oluyor. Kadın
demek ki çocuğu büyütecek, çünkü çocuğun kendinden doğduğunu biliyor.
Kadın, muhtemelen birlikte büyüdüğü kız veya erkek çocuk olarak nasıl birbirlerini tanıyorlarsa, ana kadın da kardeş olarak, kız kardeş olarak, bir-iki tane dayı, teyze gibi akrabalarını tanıyordur.
Bir kültür başlıyor bununla, 7 kişilik, 10 kişilik, 15 kişilik. Sayı 20’yi geçmiyor. Bunlar bir arada bir klan oluştururlar.
Klan toplumsallaşma tarihinin ilk örgütlenme formudur.
Klan, ana etrafında oluşan bir kültürdür.
İşte bu da gırtlak yapısı da elverişli hale gelince, yaklaşık 30.000 yıl önce dil
denilen olay da oluşur.
İşaret dilinden ses diline geçiş gerçekleşiyor. He mtik düşünce, hemde simgesel dil sonuçta Verimli Hilal dediğimiz bu coğrafyada ortaya çıkıyor.
Muazzam bir kültürel patlama halinde bir uygarlığa dönüşüyor.
Köy-kent, onunla birlikte devlet-sınıf gelişiyor.
Burada mühim olan, toplumsal doğanın kadın etrafında gelişiyor olmasıdır.
Kadın etrafındaki toplumsal doğa, Sümer toplumuna kadar, hatta M.Ö.2.000 yıl öncesine kadar egemen bir kültürdür.
Egemen bir kültür olarak Ana Tanrıça kavramı ortaya çıkıyor.
Heykelciklere, hala var olan tapınak kalıntılarına yansımıştır.
Gılgamış, Babil Enuma Eliş gibi mitolojik destanlarda çok açık anlatımları var. Dolayısıyla vardığımız sonuç, kadın merkezli bir toplumsallaşmanın var olmasıdır.
Ve bir de dişil ve eril öğelerin tutuculaşmasına dayalı sorunsallaşma var. Bunun da temeli burada çok güçlü atılmış. Bütün arkeolojik kanıtlar hayvan ve bitki evcilleşmesinin burada başlamış olduğunu gösteriyor.
Marks’ın zamanında bunlar yoktu.
Sümer toplumu araştırmaları daha ortaya çıkmamıştı.
Bu nedenle onu suçlayamayız.
Marks sınıflarla başlatır tarihi.
Oysa sorunsallığın başlangıcı sınıfla değil, kadın toplumsallığı etrafında gelişir.
Bilebildiğimiz kadarıyla bu sorunsallık da uygarlıkla sonuçlanır.
Kentin doğuşuyla sonuçlanır ve burada da kadının damgası vardır.
Uruk ilk kenttir, ilk devlettir; ilk sınıftır aslında.
Gılgamış destanı bunun bütün ipuçlarını veriyor.
Büyük bir savaş olduğu için destana girmiş, insanlığın ilk yazılı destanıdır ve bu ilkin için de de yüzlerce ilk var. İşte sınıf yaratımı, devlet yaratımı, erk yaratımı, müthiş başlangıçlardır.
Burada Uruk kentinin kurucu tanrıçası da İnanna’dır.
Ninkursag “Ninna” kelimesi de herhalde oradan geliyor.
Dolayısıyla bu kadın merkezli tanrıçalık, o yükselişi ifade ediyor.
O dini, tanrıça dinini ifade ediyor.
Kutsallığı o derece gelişmiş ki Gılgamış gibi biri tiril tiril titriyor.
Berekettörenlerinde açık bir cinsel töreni de var. Mitoloji yazarı, bu kutsal evlilikleri müthiş bir tören olarak tarif eder.
Ve o birleşmeyi gerçekleştiren güçlü erkek ertesi gün öldürülüyor.
Birçok kültürde böyle bir durum var.
En son Aztekler’de de yakalanan delikanlıların hepsi
kurban ediliyor.
1500’Iere kadar bu kültür birçok tarafta uygulanıyor. Bir bakire ile bir ay veya bir yıl gibi kısa bir sürenin ardından öldürülüyor ve ciğeri de yeniliyor.
Aztekler’de korkunç bir gelenek var. İspanyollar orayı fethettiği dönemde halen orada senede böyle binlerce genç
erkek kurban ediliyordu.
Hem de tapınakta. Ve bu başka yerde de böyle.
Bunun temeli tanrıça
dininden kaynaklanıyor.
Tanrıça, kendisiyle kutsal evliliği yapan kişinin öldürülmesini sağlıyor.
Bunun da sosyolojik açıklaması şudur; tanrıça yerini erkek tanrıya bırakmak istemiyor.
Bunu açıklıkla söyleyebilirim:
Bu tez benim.
Kitaplarda böyle “kutsal evliliğin bir gereğidir” diye yazıyor ama kadın yerini bir erkek tanrıya bırakmak istemiyor.
Dumuzzi, İnanna’nın sevgilisidir.
Ne kadar sevgilisi olsa da onu öldürüp yerin altına gönderiyor.
Kural öyle.
Neden?
Çünkü kadın yerini bir erkek tanrıya bırakırsa başına ne geleceğini biliyor.
Nitekim Babil Destanı’nda bunun gerçekleştiğini görüyoruz.
İnanna 4000’lerde Uruk sitesinde mutlak bir güç iken, mutlak tanrıça ve kutsal evliliğin bütün görkemini sürerken, Gılgamış bile köşe bucak kaçmaya çalışıyor.
Ölümsüzlük arayışı bununla ilgilidir.
Bu ölümsüzlük arayışının anlamı şudur: Erkek canını kurtarmak istiyor.
Çünkü Uruk sitesi tanrıçasının o dine göre bir sürü erkek rahipleri var.
Tanrıça dediğim, bir kadın yönetici var.
Tapınakta ona bağlı rahipleri var, içlerinden istediğini alıyor, onunla kutsal evliliği yapıyor,
ertesi gün de adamı öldürüyor. Öldürüleceğini bildiği için Gılgamış kaçıyor, “beni seçme”diyor.
Birinci kaçış planı var, ikinci kaçış planı var; her seferinde yakalayıp getiriyorlar.
Ama sanıyorum çarpıcı bir gerçeklik yaşanınca canı bağışlanıyor.
Nasıl bağışlanıyor bilmiyorum,araştırmadım. Canının bağışlanması müthiş bir olay olduğu için Gılgamış destanı vücut buluyor. Gılgamış’ın farkı, artık öldürülen bir erkek olmaktan çıkmasıdır.
Öldürülen bir erkek
olmaktan çıktıktan sonra bu destan vücut buluyor.
Ve taşlara kazınıyor, tuğlalara yazılıyor, bugüne kadar gelen bir erkeklik çağı başlatıyor. M.Ö. 4.000’Ierden M.Ö.2.000’Iere, Babil hükümranlık dönemine kadar egemenlik yavaş yavaş erkeğe geçiyor. Bu sefer tersinden erkek, bu yüce kadın tapınağını alıyor.
Gılgamış Enkidu’ya (ki büyük ihtimalle o dağlardaki proto Kürt oluyor) bir fahişeyi gönderiyor
. Bir destandır ama bir fahişe üzerinden erkeği elde
etme kültürü de vardır. Ne yapıyorlar? Allayıp pulluyorlar.
Zaten tapınağı var, biliyorsunuz en seçme kadınlar tapınaktadır. Uruk sitesinde bir kadın tapınağı var, bunu günümüzün kerhanesine benzetebiliriz.
Tapınaktan kerhaneye bir dönüşüm söz konusudur.
“Musakkattin” evet, ismi de var.
Bu, erkeğe dayalı toplumsallaşmadır.
Halen de öyle değil mi?
Çok çarpıcıdır, saflarımıza kadar sızmalar oldu. PKK’yi bölüp parçalamak için böyle özel kadınlar yollandı. Çok çarpıcıdır. Bunları biz yaşadık, ben bile belki yaşamış olabilirim.
Bir tarihsel temeli elbette bu topraklarda var.
Enkidu Zagroslar’dan getirilmiş; “güçlü erkek”en az Gılgamış kadar güçlü.
Hatta o olmadan Gılgamış yaşayamıyor. Hâkim.
Kenti koruyan adam.
Destanda var.
Muazzam övgüler var.
Ölünce Gılgamış da kendini öldü biliyor. Anlatılan trajik bir destandır
Ama özü şudur:
Bu, kadın üzerinden dağdaki adamın kontrolünü ele geçirmedir.
Kadın tapınağı musakkattine dönüşmüş, Gılgamış artık krallığa geçiyor; hem tanrı hem kral.
Kendine bağlı bir erkek ordusu oluşturmak için nasıl ki Kürtler’den asker devşiriliyorsa, bu yolla ağırlıklı olarak kadın evi
üzerinden getirip o dağlıyı götürüyorlar, tapınaktaki fahişe ile birleştiriyorlar.
Adam iki-üç günde dağılıyor, darmadağın oluyor. “
Bir daha asla dağa çıkmam” diyor.
Çünkü fahişeye alışıyor.
O gün bu gündür toplumu baştan çıkaran, kadını fahişeleştiren, erkeği de en kötü
duruma sokan bu kurumun temeli böyle atılmıştır.
İnkâra gelir mi, hala etkisi yoğun yaşanıyor. Erkek nasıl erkekleşti, bunu anlattım.
Tanrıça nasıl erkek dinine dönüştü, bunu anlatmaya çalışıyorum.
Gılgamış’ta korkunç.
Enkidu da proto Kürt’tür.
Böyle çok kaba ve genel tarif ediyorum. İsteyen bunu
derinleştirebilir, ama özü bu benim için. Kadına dayalı toplumsallık ve buna dayalı erkek kadın çekişmesi.
kadın tanrıça, erkek tanrı.
İşte Tevrat’ta yeri var, İncil’de yeri var.
Rahip-rahibe.
İslam’da ise harem kurumu Osmanlı’da zirve yapmış.
Muaviye’de zirve yapmış.
Hristiyanlıkta zirve yapmış.
Yahudilik’te de ev, aile denilen olgunun kökü Tevrat’tadır.
Tevrat’a bakın kadın nasıl eve kapatılmış.
Eve kapatılmanın temelini Zerdüşt atmış. Yahudiler Babil’de onu Zerdüşt’ten alıyorlar. Müthiş bir aile kurumunun temeli böyle atılıyor.
Eve kapatılma, evlenme…
Evlenme eve kapatılma anlamına geliyor. Gelin allanıp pullanıp eve kapatılır.
Kadın bitki topluyor, erkek avlanıyor, canlıları öldürüyor.
Savaş bir canlıyı öldürmektir.
Hayvan öldürmek cinayettir.
Kadının bitki tohumları etrafında toplumsallığı oluşturması bambaşka bir olay, erkeğini öldürerek kendini güçlendirmesi bambaşka bir olaydır.
Bunu daha da açacağım.
Erkek, şu andaki katliamcı topluma dönüştü.
Kadın, hala toplumu ayakta tutmaya çalışıyor.
Dolayısıyla toplumu ayakta tutma kültürü kadın etrafında gelişen bir sosyolojiye dayanır.
Savaşı esas alan, yani ganimeti esas alan toplum, erkek ağırlıklı toplumdur.
Onun işi gücü artık değerdir.
Marks bunu sınıfsallaşmaya bağlar
oysa hiç gerek yok.
Kadının etrafında oluşan bir bitki toplumunda,artık değer imkânı oluşmaya başladığında, bir besin arttırımı olduğunda erkek buna göz dikiyor.
Erkek hayvan da avlıyor, kadının topladığı besinlere de el koyuyor.
Besine el koymanın yanısıra, kadına da el koyuyor.
Hikâye böyle başlar.
Bir taşla iki kuş vuruyor.
Evet, kadın toplum geliştirmiş, ev kurmuş, yavrularını besliyor.
Bir kadın klanı var bir kadın toplumu var. Tanrıça durumuna gelmiş,
30 bin yıl insanlığı idare etmiş.
Avcı erkek ki özel bazı birlikleri var
Erkek kardeşliği diye bir kulüp oluşturmuş.
O kulüp de bir kaç ahbap çavuştur.
Avcılar grubu oluşturmuş
Önce hayvanları vurur, başarılı olursa şölen yapılır.
Ama bir bakıyor ki kadın buğday, arpa, mercimek ekiyor ve neolitik dediğimiz
toplumu böylece köy kurarak geliştiriyor.
Ev kuruyor.
Kurar, çünkü yavruları besleyen ve koruyan odur.
Kardeşler teyzeler dayılar ve Çocuklardan oluşan Klan var
Ve üretiyor. İcat ediyor.
Destanda,İnanna Enki’ye diyor ki,
“benim yüzlerce Me’mi sen hırsızladın”.
Bu şu demek:
Yüzlerce yaratım sanat kurumun yaratıcısı bendim.
Bunların sahibi ve yaratıcı bendim.
Şimdi sen bunları sahipleniyorsun! “
Ben yarattım diyorsun ve yalan söylüyorsun” diyor,İnanna Enki’ye destanda.
“Bunları ben yarattım, sen el koyuyorsun” diyor.
İşte Gılgameş destanının
çözümlenmesini ben böyle yaptım.
Sorunsallığa gelince, erkek bu avcı kulübüne dayanarak bu kadın toplumsallığına saldırıyor.
İşte sorun öyle başlıyor.
Doğru mu, doğru.
Alın alıntıları.
Urfa başta olmak üzere görüyoruz.
Çok yaygındır.
Güçlü erkek evlilik olayı ile her gün öldürüyor.
Tuhaftır, hatıralarımı çok anlatmak istemem, ama bir tanesi aklıma geliyor.
Hala aklımda; biz bacı kardeş olarak bir
eşeğimiz vardı.
Yük ve ot bindiriyorduk.
Hala tarlası da aklımda.
Bir yetmezlik çıktı.
Eyne bacıma hatırladığım kadarı ile bir tokat atma olayım vardı.
Bana,”senin gücün ancak bana yeter” dedi. Aklımda kalmış ve her halde ben biraz daha
güçlüydüm ondan.
Tuhaftır, Eyne benim ziyaretime bile gelme ihtiyacı duymadı.
Çok acı bir yaşamı da olabilir.
Ama beni hiç aklına bile getirmedi bir kardeş olarak.
Pek derin bir sevgisi oluşmadı bana karşı.
Acaba o dayak ile ilgili olabilir mi?
Belki de onu düşünmeye başladı.
Şimdi canı sıkılan kadın öldürüyor.
Bu şu an yaygın yaşan bir durum.
Bunda kent köy ayrımı da yok.
Urfa, İstanbul ayrımı da yok.
Belki İstanbul’da daha fazla.
Şu anda müthiş bir sorundur aile sorunu. Bence bu evlenmekten ve evlilik biçiminden kaynaklanıyor.
Kutsal aile hikâye.
Öyle kutsal aile falan yok.
Eve kapatmak ile kadın muazzam bir kölelik
atmosferine alınıyor.
Dayanamıyor, patlıyor, çatlıyor ve erkek de vuruyor.
Gazeteler bunun haberleriyle dolu.
Binde bir kadın erkeği vurmaz ama yüzde doksan dokuz erkek kadını vurur.
Kim inkâr edebilir?
Ortada.
İkiyüzlülük yapmaya gerek yok.
Sonuç olarak bu sorunsallık buradan
doğuyor.
Sınıfsallıktan doğmuyor.
Kadın erkek ilişkisinden doğuyor.
Sorun mu?
Evet, hem de temel bir sorun.
İşte Gılgameş destanında ipuçlarını aradık, Sümer toplumunda temellerini
aradık.
İşte daha sonraki o devlet, kent ve sınıf ayrımında zirve yaptı.
Tevrat’ta var.
Kuran’da da dolu örnekler var. Göbeklitepe’nin üstünün kapatılması da bir erkek eylemi olabilir.
Bir düşünce olarak bu erkek egemenliğinin bir oyunu da olabilir.
Ama kesin bir şey diyemem.
Ben bunun üzerine bir spekülasyon bile yapmam.
Göbeklitepe yaygın bir kültürdür.
Dicle ve Fırat arasında 200’ü aşkın kalıntı var.
Karahantepe’de erkek üstünlüğü,
bir cinsel organ üstünlüğü kadar bariz yansıtılmış.
Böyle heykelleri var.
Bu erkek heykelleri Hindistan’a ve Mısır’a da
taşırılıyor.
Bir erkek üstünlüğüne geçiş var.
Ama bu geçiş, en az 30 bin yıl kadın etrafında bir toplumsallık olarak gelişiyor,
Üretim patlaması oluyor.
Bu kadın etrafındaki toplumsallıkta,
Yukarı Mezopatamya’nın flora ve faunası çok zengin, bitki zenginliği var.
Arpa ve buğday, Karacadağ etrafında kültüre alınıyor.
Koyun ve keçi burada evcilleştirilmeye alınıyor.
Aynı dönem buralar ağmur ile beslenen bir bölge.
Dünyanın diğer yerlerinde bu çok sınırlı.
Burada yağmur ve toprak müthiş uyum gösteriyor.
Ve böyle bir bitki ve hayvanpatlaması gelişiyor.
İnsanlar Afrika’dan geliyor ve burada yoğunlaşıyor.
Bitki, hayvan bol.
İstediğin kadar avcı da, istediğin kadar toplayıcı da olabilirsin.
İkisi de oluyor.
Birisi,yani bitki kadın etrafında,
birisi,yani hayvan avcılık erkek etrafında. Sonuçta ne oluyor, çatışma oluyor.
Erkek avcı ve elinde silah var.
Çatışma, Obsidyen ve çakmak taşıyla oluyor.
Silahlar Göbeklitepe etrafında hala var. Obsidyen ticareti yapılıyor.
En kıymetli ticarettir.
Obsidyen, silahtır aslında.
Çünkü keskin bir silahtır.
Bu keskin bıçak erkeğin elinde bir avcı aletidir ve onunla herkesi kesiyor.
30 Bin yıl toplumsalığın merkezinde olan Kadın,bu üstünlük karşısında yeniliyor.
Adam küçük bir kulüp, beş on tane ahbap. Elinde obsidyen bıçağı var,
Nereye giderse öldürüyor.
Ben halalarımı tanımam.
Ana soy üzerinden teyzelerimi iyi tanırım).
O zaman, ana soylu toplumda ananın
kardeşi olarak dayı klanda etkilidir.
Bu karşı devrimde ana soylu toplum büyük bir darbe yiyor.
Hem elinden ilk değerler alınıyor,
hem de çocuklar ve kadını köle gibi çalıştırılıyor.
Kadın ise,tıpkı Gılgamış destanında erkeğin öldürülmesi gibi, kutsal evliliklerde erkeği öldürüyor.
Kökü oraya kadar gidiyor.
Korkunç.
Kutsallaştırma eylemi; kadın için sevgilisi bile olsa öldürtüyor.
Neden?
Çünkü biliyor başına gelecekleri.
Bu felaketin başına gelmemesi için öldürmesi gerekiyor.
Özü bu.
Tarihsel materyalizm bu.
Bizim Marksizm’den alabileceğimiz en faydalı düşünce bu.
Diyalektik materyalizm bunu böyle açıklar.
Erkek, kadının bu hükümdarlığına Sümer toplumunda son verir.
Sümer toplumu erkek egemenlikli bir topluma geçiştir.
Ve kadının köleleştirilmesi ile bu geçiş tamamlanır.
Bununla ilgili Babil Enuma Eliş destanı var.
Okuyun.
Bunu çok çarpıcı göreceksiniz.
Buradaki destanların içeriğini din haline getiren İbrani toplumudur.
İbrani toplumu Tevrat’ı Enuma Eliş destanından almıştır.
Tevrat’a geçirmiştir.
Tevrat,Enuma Eriş destanın İbrani kabilesinde geçirdiği dönüşümdür.
Hem manevi hem de maddi dönüşümdür.
Bu dönüşümün adı, anlam ifadesi olarak Tevrat’tır.
Tevrat’tan da İncil doğar,
Kuran doğar.
Bunu da kimse yadsıyamaz.
Sonuç eve kapatılmadır.
Adam cinsel organlarını da kutsuyor. Fallokrasi yaşanıyor.
Adam kendi cinsel organını tanrı yerine koyuyor.
Sadece ben değil cinsel organım da tanrıdır ve sen tapacaksın” diyor.
Ve nitekim öyle kitaba da geçmiş.
Tevrat’ta da açık anlatılmış.
Halen Hindistan da yaşanıyor.
Ama öncesinde kadın tanrıçadır.
Mühim olan bu. “
Bizi bunun kavramsallaştırılması ilgilendiriliyor
Kavramsallaştırılma kısmı önemli.
Bu işi din haline getirir. Şimdi de öyle. Batı’daki bu modern hastalıkları da ortaya koyacağız.
Sonraki aşama mülkiyet aşamasıdır.
Kaldı ki evdeki durum, böyle eve kapatılma, tehlikeli bir ideoloji, büyük bir sorun.
Dedim ya toplumda sorun böyle başlar. Toplumda asıl sorun budur.
Bu, sınıfı doğurdu, devleti doğurdu.
Ki erkek bunların hepsini yapar.
Erkek aristokratik devrim yapar,
burjuva devrimi yapar,
Ama hepsi de kadının köleliği etrafındadır. Ve devlet oldu.
Devlet haline geldikten sonra erkeği dizginleyecek başka bir güç yoktu.
Sınırsız gücü ifade eder devlet.
Erkek damgalıdır.
Şimdi kadın özgürlüğünün temelini biz attık.
Nasıl gelişir?
Ben kendi şahsımda kadınlara saygımın
bir gereği olarak, “özgürlük önce düşüncede başlamalı” dedim.
“Nasıl istiyorsanız öyleyaşayın” dedim.
Eğer gücünüz varsa tabii.
“Ya bırak bu kadınlar ve erkekler sevişsin, sevgili olsunlar” diyorlar.
Olabilmeyi beceriyorsanız olun, ben bunun önüne sınır koymuş değilim ki.
Benim tek yapabildiğim özgürlük
penceresi açmak, ama bakıyorsunuz her taraf bağlanmış.
Hangi erkeğe gidersen, evlilik temelinde yola çıkarsın,
Mülkiyet duygusu müthiştir.
Yani bu eşitlik sağlanmış olmaktan çok
uzak hala.
Ekonomiyi yaratan kadın şimdi nan’a muhtaç, erkeğin eline muhtaç.
Değil mi?
Çok çarpıcı.
Erkek çalışmadı mı, kadın aç.
Hâlbuki ekonomiyi yaratan kadın.
Biliyorsunuz ekonomi Helence bir kelime. “
Ev geçimi anlamına gelir.
Kelime anlamı bu ve ev işidir.
Yani evi geçindirme bilimi.
Yakın çağda kadının ekonomiyle ilişkisi sıfırlanmıştır.
Şu anda kadının elinde herhangi bir ekonomi var mı?
Yok.
Ekonomi şu anda şirketlerin erkeklerin
mutlak egemenliğinde.
Erkek egemenliğine ekonomik
geçiş Batı kökenlidir ve müthiş geçmiştir. Daha önce orta çağda, ilk çağda kadının elinde epey ekonomi var.
Ama kapitalizmde o imkân tamamen ortadan kalkıyor.
Şirketlerin eline geçiyor.
Para ile finans şirketleri erkek tekelindedir. Kadının para üzerinde, ekonomi üzerinde hiçbir ağırlığı olmadığı gibi bütünüyle erkeğe bağlanmış. Paranın, bütün tekniğin, merkezi bilimin hepsi erkeğin elinde.
Peki, kadın ne hale geliyor?
İşte ben ona “kafeste öten bülbül” veya “erkeğin evdeki süsü” diyorum.
Kadın bedeni şu anda sadece bir mülkiyet konusu değildir.
Kapitalizmin hizmetinde,saçından tut bacaklarına, ruhuna, sesine kadar tüm varlığı mülkiyet konusudur.
Reklam kadın bedeni üzerinden yürümüyor mu?
Bu dehşet verici.
Bedeninize sahip çıkacaksınız.
Erkeğin bütünüyle denetlediği beden, sizin bedeniniz.
Nasıl yapacaksın? Senin bütün sınırını o
belirlemiş, saatini o belirlemiş.
Para vermezse aç kalır.
Tabloyu daha da karanlık hale getirmek istemiyorum.
Misal ben ne dedim, sosyalizm kadının
özgürleşmesinden geçer.
Hayret ettiğim nokta, Marks eve kapalı karısıyla yaşamak için elbisesini satıyor. Kapitalizmin en büyük eleştiri kitabını yazmış olan Marks.
Bu kitabı yazayım da gelir getirsinde bu evliliği kurtarayım” diyor.
Sosyolojinin kurucusu bunu derse, vay başımıza gelen!
Böyle Marksizm mi olur?
Olmuş maalesef, biz de taptık.
Bir peygamber gibi ele aldık.
Aşmaya çalışıyoruz,
Durum vahim.
Kadın zaten bitti gitti.
Lenin’de de, Mao’da da, Stalin’de de öyle.
Kadın, korkusundan yaşayamıyor.
Lenin bu konuda büyük çaba sahibidir.
Onu suçlamıyorum.
Stalin de kadını mülkleştiriyor, eve kapatıyor. Yani öldürmese de ölmekten beter ediyor. Bunu demek istiyorum.
Biraz akıllı olduğum şey, bu erkeği öldürmek. Bende de bu eğilimler vardı.
Demin söyledim.
En azından kendimde yaşadığım deneyimler var.
Arkadaşım, en değerli arkadaşım birlikte olduğum kadını mutlak öldürmemi istiyordu. Ona karşı temkinliydim.
Onun ile on yıl boğuştum.
Fakat temkinliyim.
Bırak, ne olacak ne yapacak?
İşte anlatmıştım hikâyesini.
Ve kaçtığında benim için müthiş bir kurtuluştu.
Beni ben yapan, bu ayakta kalış tarzım. Her erkek karısı kaçtı diye öldürürken, ben “kurtuldum” dedim.
Erkeklerin yaptığının tam tersidir.
Benim kurtuluşum bu ilişkinin bitişiyle ile başlar.
Bunu söylesem herkes bana güler. Bunu açıklıkla söylüyorum:
Kurtuldum!
Aslında o gelenekten kurtuluyorum, bir kadın sorunsallığından kurtuluyorum.
Kadını öldürsem ne olurum, bir cani
olurum.
Bir caniden bir sosyalist çıkmaz.
Stalin yapabilir ama ben yapmanın hatalı olduğunu düşünüyorum. İşte evli olmayan sizin gibi kadınlar benim için büyük sorun. Peki, faydası ne?
En azından biz kişilik olarak özgür düşünme imkânı verdik.
Bana göre özgür düşünme imkânı çok önemli.
Bana göre insanı insan yapan en önemli özellik ki Sokrates’te de bunun izleri görülür.
Onun özgürlük düşüncesi, evlilikle bağlıdır. Beni ayakta tutuyor.
Çok açık, sizleri de biraz ayakta tutan o. Eğer özgürlük düşüncesi elinizden giderse kaçınılmaz olarak bitersiniz.
Dolayısıyla bu yeni çıkışımız; yeni sosyalizm, yeni Kürt varlığı, yeni Kürt kimliği ve Kürt
özgürlüğü bu temelde gelişir.
Hem uygarlık eleştirisi hem modernite eleştirisi hem de kadın köleliği eleştirisi bizde büyük bir gelişme gösteriyor.
Sorunu en azından bireysel düzeyde
aşma durumumuz var.
Kolektif düzeyde de ilerleme var.
Bana göre sosyalizme en önemli
katkımız budur. “
“Kadın toplumsallığı ve sorunsallık” kapsamı temelinde giriş babında bunları söyledim.

3- TARİHSEL TOPLUMDA DEVLET VE KOMÜN İKİLEMİ
Tarihsel materyalizm, sınıf savaşı yerine Komünü ikame etmelidir.
Bu,gerçekçi bir yaklaşım olmanın yanısıra, özgürlük düşünce ve eyleminin,
Ve sosyalizme geçişin en sağlıklı yoludurda.
Sınıf çatışmasına dayalı tarihsel materyalizm ve sosyalizm tanımı yerine,
devlet ve komün ikilemine dayalı bir tarihsel materyalizm ve sosyalizm alternatifi daha
doğru olandır.
Marksizm’i gözden geçirmeyi, bu kavramı yerine ikame etmeyi daha doğru buluyorum.
Yani tarih bir sınıf savaşımı tarihi değil; bir devlet ve komün çatışmasından ibarettir. Marksizm’in bu sınıf ayırımına dayalı çatışma teorisi,reel sosyalizmin çöküşünün ana nedenidir.
Eleştirmeye bile gerek yoktur.
Ama nedenlerinin başında, bu sınıf
ayrımına dayalı sosyolojiyi inşa etmeye çalışması gelir.
Peki, bu ayrımın yerine geçen devlet
ve komün ikilemi ne anlama geliyor?
Çok değerli bir tespit. Veya biliniyor ama sistematize edilmemiş.
Benim burada yaptığım bir sistematik düşünmedir.
Tarihsel materyalizmi bu kavram setinde çözümlemek istiyorum.
Ayrıca güncel sosyalizmi sınıf diktatörlüğüne dayalı bir komünizm değil de,
devlet ve komünalite ilişkilerini düzenleyen bir kavram setine dayandırmak istiyorum. Bende çok yapıcı ve çarpıcı sonuçları olacağına dair bir izlenim uyandırıyor.
Bunu da şuna dayandırıyorum;
toplum aslında komünal bir olaydır.
İşte yukarıda klan tarifini yaptım.
Bu toplumsallıktır.
Toplumsallık da komün demektir.
İlkel komün, klan demektir.
Çünkü Klan toplumsallıpın ilk oluşum formudur.
Özel olarak “komün” kelimesine gelince; bilebildiğimiz kadarıyla toplumsallık Mezopotamya alanındaki kültürel yükselişle gelişmiştir.
Kürtçede “kom”dan türemiştir.
Sümer toplumunun çıkışına, yani devletin, kentin ve mülkiyetin, sınıfın türeyişine hangi temelde başlandığını çözümlememiz gerekmektedir.
Başa devleti koymak isabetli.
Peki, toplumsallık neredeToplum işin temeli.
Çünkü M.Ö.4.000 yıllarına kadar toplumsal gelişme formu klandır.
Kabile de diyebilirsiniz buna, aşiret de.
Aşiret de bir komünler birliğidir aslında. Kabile bir komündür.
Aile o zamanlar daha oluşmamıştı.
Aile ve kabile aslında aynı anlama sahip, aynı olguyu ifade ediyor.
Aile kabileden ve kabile de aileden fazla ayrışmamış.
Neolitiğin toplumun doğuşu ile birlikte çarpıcı bir gelişme oluyor.
Kabile ağırlıklı olarak neolitik bağlantılıdır. Neolitikten önce bu klandır.
Komünün Kürtçemize yerleşmiş “kom” ile bağlantısını kendi dilimizden de öğrenebiliriz.
“Kom”, “kombun” yani komün anlamına gelen toplu olmak,toplanmak.
Hala kullandığımız bir kelime ki Aryen dilinin de buradan çıktığını, en azından on bin yıllık bir tarihi olduğunu gösterir.
İşte Aryen köken dil grubunun da bu komün etrafında geliştiği açık.
Kürtçe “kom” kelimesi bunu kanıtlıyor. Kelime türetmeleri de bunu açıklıyor. Komagene: Bir devlet adı olarak geçer.
Kabile başı, devleti türetir.
Çıkarları zedelenen kabile üyeleri de komünü oluşturur.
Aslında gerçek de böyle.
Çok basit. Ben öyle büyük bir keşif de yapmadım.
Marks,bilimsel keşif diyor,
İşçi sınıfının oluşumu, işçi sınıfının gelişimi bilim falan filan…
Basit bir şeydir.
Kabilenin bastıranı devlet haline geliyor.
Aşiret reisi her kimse.
Onun sıradan üyeleri de kombun olarak sonra da aile olarak devam eder. Başındakiler devletleşir.
Devlet hanedanı.
Alttakiler de sürekli ezilen kabile ki devlet
oldu mu ezilen kabile de olur ve ayrışma öyle başlar.
Marksizm’in “proleterya böyle oldu,
proleterya şöyle gelişti” demesi, bana biraz zorlama gibi geliyor.
Evet, var öyle bir sanayi devrimine dayalı işçileşme, burjuvalaşma.
Ama bu binlerce yıllık, beş bin yıllık bir gelişmenin sonucudur.
Burjuvalaşma-proleterleşmeden öncede vardı.
Babil’de de Sümer’de de, Asur’da da var.
Atina’da, Roma’da da var.
En son Batı Avrupa’ya geçiyor.
Avrupa’nın icat ettiği bir şey.
Ama çapını büyütmüşler ve bir de hegemonik yapmışlar.
Kapitalizm diye bir sömürü biçimi ve onun
hegemonyası ortaya çıkar.
Tüm dünyada bu hegemonya geçerli olur. Kökü Sümer toplumuna dayanır.
Bu, devletleşme hikâyesidir.
Bunu köleci devlet, feodal devlet ve kapitalist devlet diye yorumlamamak da gerekiyor aslında.
Önemli olan komün nerede?
İşte Marks’ın ömrünün son yıllarında,
17 bine yakın komünarın öldüğünden bahseder.
.Bunların anısına “Paris Komünü” diye bir değerIendirmesi de var.
Kapital’i bırakıyor.
Çünkü onun öngörüleri büyük bir darbe almış.
Bana göre onun içsel bir kırılması var. Komün düşüncesi üzerine eğiliyor.
Sınıfı fazla kullanmaz,.
Komün kavramını da kullanıyor.
Kropotkin’in Lenin’e eleştirisi var.
“Sovyetleri yıkma” diyor.
Sovyet Komün demektir aslında.
Fakat Lenin devleti tercih eder NEO provamı ile.
Stalin ise korkunç boyutlara ulaştırır.
Marks ömrünün sonunda diktatörlük kavramını kullanmak istemez ve komün kavramına yönelir.
Devlet ve komün ayrımını da yapar fakat fazla geliştiremez.
Sonuçta bu ayrım hem tarihte geçerli olmuş, hem de tarihsel materyalizm bir sınıf savaşı değil de, komün ve devlet ikilemi biçiminde geçmiştir.
Bütün tarih bundan ibarettir.
Yazılı tarih özellikle.
Sümer’de temeli atılmıştır, şu anda Batı’da bunun zirvesini yaşıyoruz.
Komün belediye demektir, ama içi boşaltılmıştır.
İşte bugün bizim belediyelere, devlet
tarafından kayyum atanır, hiç yok diyen de çıkmıyor karşısına.
Bu da içinin boşaltılmış olduğunu gösteriyor. Aslında komün büyük bir toplumsallıktır, klandır.
Hatta aile de bir komündür.
Ama çok zayıflatılmış, içi boşaltılmış.
Aşiret ve kabile de sadece kalıntıları var.
Çünkü onlarında içi boşaltılmış.
Çok esef ettiğimiz o Tavşan Tepe’deki olay kabileyle ilgilidir.
Ö kabilenin marifetiyle içteki o dehşet tecavüz unsuru ,o küçücük kız çocuğunda eşi görülmemiş bir katliam olarak ifade bulmuştur.
Sembolik bir olay ama anlamı çok çarpıcıdır.
Bu bir kültürün ifadesidir.
Molla Gurani de bir molla ailesi.
İstanbul’un fethine katılmış Molla Gurani’den geliyor bu Güran ailesi.
Molla ailesinin buradaki hazin durumu da ortada.
Dolayısıyla bu Komünalite çıkışı, bizim bu yeni dönemin özgürlük sosyalizminin ifadesi olacak.
Yeni dönemi biraz bunun etrafında tartışıp somutlaştıracağız.
Ahlaki Politik Toplum kavramıda, komün değerIendirmesinin başka bir ifadesidir. Komünün devlet karşısında ifade bulmasıdır. Yeni barış döneminin de dili politik olacak. Komünün özgürlüğünü savunacağız.
Zaten adı üzerinde ulus devletçilik dilini terk ediyoruz, ulus devletçiliğe dayalı kavramları terk ediyoruz.
Komüne dayalı ahlaki ve politik kavramları esas
alıyoruz.
Ahlaki politik toplum özgürleşen komünün adıdır. Etik ve politik bir şeydir.
Hukuki bile değil. Hukuk da gelişecektir.
belediye kanununun yasada ifade bulmasını
isteyeceğiz.
Bu bir şart ve ilkemiz olacak.
Bunun daha bilimsel ifadesi komün özgürlüğüdür.
Biz komünalist olacağız bundan sonra.
Sınıf kavramı yerine komünü yerleştirmek, çok daha çarpıcı, çok daha bilimseldir. Belediyeler hala komündür.
Bizde de kom var.
Ahlak yok mu?
etik yok mu?
tabii var.
Zaten komün yasalardan ziyade etikle yürüyecek bir konudur.
Komün bir de demokrasidir.
Demokratik siyaset ve politika demektir. Komün isimdir, etik politik bir sıfattır.
Komün etik ve politiktir.
Biri isim, biri sıfattır.
Buna Marksizm’in en köklü revizyonu diyoruz.
Marksizm’in sınıf kavramı yerine komünü
geçiriyoruz.
Kropotkin’in Lenin’e karşı eleştirisi doğrudur, Bakunin’in Marks’a karşı eleştirisi
doğrudur.
Eksiktir ama doğrudur.
Marksizm’i bu konuda mutlaka bir eleştiriden geçirmek gerekir.
Eğer Marks Bakunin’i anlasaydı, Lenin de Kropotkin’i anlasaydı, sosyalizmin kaderi
kesinlikle başka türlü gelişirdi.
Bu sentezi sağlayamadıkları için bu çöken reel sosyalizm gelişti.

4 – MODERNİTE
Avrupa’da yeniçağın adı modernitedir.
Biz moderniteyi Mahşerin Üç Atlısı üzerinden
tanımlıyoruz;
Kapitalizm, Ulus-devlet ve Endüstriyalizm. Modernite bu çağın gerçekliğini ifade
ediyor.
Onun kapitalizmle özdeşleştirilmemesi gerekiyor.
Modernite, kapitalizm, ulusdevlet ve
endüstriyalizm üçlüsünden oluşur.
Bu, 16. Yüzyıldan itibaren vücut bulan bir yapıdır.
Reel-sosyalizm de bu modernitenin bir ürünüdür.
Sosyalizm modernite üçlüsünün alternatifi olarak ortaya çıkmalıydı.
Fakat sadece kapitalizme karşı sosyalist analiz ve mücadele gündeme alındı. O da geliştirilemedi.
Bu şekliyle
geliştirilemezdi de.
Çünkü bir bildiriyle, Komünist Manifesto ile sınırlı kaldı. Endüstriyalizm olduğu gibi benimsendi, göklere çıkarıldı.
Bu stratejik bir eksiklik, büyük hatadır. Yine Marks’ın
ulus-devlete dair dişe dokunur bir analizi yok.
Bu yönüyle de ciddi bir ideolojik boşluk
bırakılmıştır.
Hakkını teslim etmek bakımından söyleyelim; Marks
da sonradan bu eksik analizinin farkına vardı.
Kapitali yazma sürecinde üçüncü kitap Devlet üzerine olacaktı, ömrüyetmedi. Yazsa da doğru yazması zordu, çünkü Marks’ta ulus-devleti çözümleme perspektifi
eksikti.
Marks’ta Endüstriyalizm çözümlemesi, eleştirisi de yok düzeyindedir.
Sadece anti-kapitalizm üzerinden bir sosyalizm analizi var.
Eksiklikler barındırıyor.
Geliştirilememiştir.
Bu sosyalist teorinin, moderniteyi analizde bir başvuru kaynağı olma kapasitesi çok sınırlıdır.
Hatta onun bir parçasıdır, modernite sınırları içinde kalır.
Çağımızın sorunu, modernitenin üç mahşer atıyla insanlığı mahşere sürüklüyor olmasıdır.
Kapitalist sömürünün şu anda vardığı düzey vahşet sınırlarındadır.
Gezegeni bir kanser uru gibi kaplamıştır. Ulus-devlet ise onun vurucu gücüdür.
Ulus-devlet sisteminde ulus, askeri
toplum haline gelir.
Bu sistemin temelinde şiddet ve savaş vardır.
Ulus-devlet, savaş toplumunun sistemidir. Ve bu savaşlarda her seferinde milyonlarca insan katledilir.
Endüstriyalizm de başta çevre olmak üzere yeraltı-yerüstü yaşam kaynaklarını tüketerek
ilerliyor.
Bugün insanlık kendi yarattığı canavar tarafından yutulma sınırlarına dayandı.
Endüstriyalizm uzun süre sorgulamalardan kaçtı, kaçırıldı.
Bu konuda söylenmesi gereken ilk
şey endüstriyalizmin görüldüğü kadar masum olmadığıdır.
Çünkü endüstriyalizm toplumsal
dokuyu değiştirdiği gibi insan-doğa ilişkilerini de dönüşüme uğratmıştır.
Endüstriyalizmi sadece barışçıl ekonomik temelli bir olgu olarak görmek de yanılgılıdır.
Endüstriyalizm baştan beri savaş teknolojileri ile iç içedir.
Ulus-devleti mümkün kılan da budur.
Başka bir ifadeyle endüstri, teknoloji ve savaşın birleşmesi, endüstriyalizmin temel
özelliklerindendir.
Gelişmiş ulus devletin gelişmiş savaş teknolojilerine sahip olması tesadüf
değildir.
Özetle endüstriyel gelişmeyi nötr bir alan olarak görüp; moderniteye karşı mücadelede görmezden gelen bir karşı mücadelenin başarı şansı yoktur, olamaz. Modernite durdurulamaz, böyle devamederse gezegenin elli yıllık bir ömrü kalmış. Distopik bir şey olarak değil, gerçek bir mahşeri sondan bahsediyorum.
Marks bu tehlikeyi sezdi ve antisini koydu. Ama geliştiremedi.
Altı kitap yazacaktı.
Birinin ilk cildini yazdı, onu da eksikli yazdı. Altyapı-üstyapı ve sınıf temelli bir analizle sınırlı kaldı.
Baş- ayak derken Hegel’in bile gerisine düştü.
Engels biraz tamamlamaya çalıştı.
“Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni”, “Doğanın Diyalektiği”,
“Tarihte Zorun Rolü” konularına eğildi,
ama yetmedi.
Lenin politika ve devlet analizi alanlarında tamamlamaya çalıştı, o da tam
başaramadı.
Mao bu teoriyi sömürgelerin kurtuluş mücadelelerine uyarlamaya çalıştı,
sınırlı kaldı.
Bütünlüklü bir sistem analizi ve alternatif çözümü geliştirebilirdi, eksik kaldı.
Biz moderniteyi ve ona hizmet eden reel-sosyalizmi aşmak için yeni bir analiz, alternatif sosyalist teori geliştirmeye çalıştık. Adına “Demokratik Modernite” dedik. Modernitenin sacayakları olan ulus-devlet yerine demokratik ulus, kapitalizm yerine komün/komünalite,
endüstriyalizm yerine eko-ekonomi analizlerini geliştirdik.
Bu üç alan analizinin ilişkiselliğinden
oluşturduğumuz özgürlükçü toplum sistemimizi Demokratik Modernite olarak tanımladık, yazılı hale getirdik ve önemli toplumsal bir karşılık bulduğunu gördük.
Kuşkusuz bu üç alanın da alt başlıkları var. Örneğin komünalitenin önemli bir parçası kadın özgürlüğüdür.
Yanı sıra politika, etik (ahlak) vb. sıralanabilir.
Bütün bunları kapsamlı biçimde
ele alacağız, işleyeceğiz.
Bu sistemin bütünlüğünü Demokratik Modernite olarak tanımlamak
doyurucudur.
Dinlerdeki mahşer günü tanımlamaları sadece öte dünya için değil, bu dünya
için de geçerlidir.
Kutsal kitapların bahsettiği tehlike bu olsa gerek.
Kapitalist modernite insanlığa mahşeri yaşatmaktadır.
Bunu önlemesi gereken sosyalizm, onu önlemek bir yana adeta onun taşıyıcı eşeği, modernite canavarının yemi haline geldi. Sovyetler, Çin bunun en açık örnekleridir.
Çinliler enteresan insanlardır. Kapitalizmi ve sosyalizmi birlikte uygulamaya çalıştılar.
Olabilir, düşünülebilir.
Ama Çin, uygulamada sosyalizmi kapitalizmin hizmetine soktu.
Sonuç; kapitalizme hizmet ve onun ömrünü uzatmak oldu.
Günümüzde Çin kapitalizmi, Amerika ile bir hegemonya mücadelesindedir.
ABD buna şiddetle karşılık verebilir.
Bu da nükleer savaş demektir.
İşte mahşer budur.
Einstein’in ifadesiyle, olası bir 3. Dünya savaşı nükleer silahlarla olursa, böyle bir savaşın sonucunda eğer birileri hala hayatta kalırsa,
4.Dünya savaşı taş ve sopalarla olur.
Doğru söylemiş.
5- KÜRT VE KÜRDİSTAN GERÇEKLİĞİ
Olgunun karakteri, onun var olma ve var kalma diyalektiği üzerinden şekillenir.
Olgu nasıl olmuş, oluşmuştur?
Ve varlığını nasıl, hangi maddi-manevi temeller üzerinden sürdürmektedir?
Bu sorulara verilecek cevaplar olgunun varlık-yokluk karakterine dair veriler
sunar.
Bu çerçeveden bakıldığında Kürt gerçekliği modernite ile birlikte bitmiş bir gerçeklikti. Kavram olarak da, gerçeklik olarak da Kürt ve Kürdistan, Cumhuriyetle birlikte kırıma uğratıldı ve üstü örtüldü.
“Hayali Kürdistan burada meftundur” gibi ifadelerle bu kırımı sahiplendiler de.
Kürdistan’ın diğer parçaları da farklı değildi. Kürt ve Kürdistan adına bir realite kalmamıştı.
Modern bir hareket olarak PKK’nin en önemli başarısı bu realiteyi yeniden canlandırmak oldu.
PKK Kürt ve Kürdistan gerçekliğinin varlığını hem kanıtladı hem de yenilmez kıldı.
Diğer Kürt Hareketlerinin böyle bir gücü yoktur.
KDP gibi geleneksel, YNK gibi küçük-burjuva hareketler, kendilerinin varlığına bile kimseyi inandıramadılar.
PKK’nin çıkışı olmasaydı otuz yıl önce
hepsi bitmişti.
PKK’nin büyük direnişi, Kürt ve Kürdistan varlığı meselesini kalıcı kıldı.
Kürt varlığına dair güçlü bir bilinç geliştirdi. Bunun başarıldığını anlamak için tarihsel, sosyolojik sorgulamalar yapmak gerekiyor. Ben 52 yıl 1 ay 4 gün önce “Kürdistan Sömürgedir” diyerek yola çıktım.
Bunu dile getirdiğim zaman bayıldım.
Bu benim için zor bir keşifti.
Ağzıma almaktan bile çekiniyordum. Bir-iki arkadaşa anlattığımda adeta bayıldım.
Oradan bugüne geldik.
Sözün gücünü küçümsemeyin
Söz hakikatle buluştuğunda çok etkilidir; yaratıcı, yürütücüdür.
Bu söz sadece pratik bir direnişe yol göstermedi.
Büyük bir tarih çözümlemesine dönüştü Ardından Neolitik yorumu, kadın özgürlük ideolojisi, sosyalizm yoğunlaşmaları vb. geldi.
Bütün bunlar Kürt realitesini açığa çıkarma ve Kürt aydınlanmasını sağlamayı amaçlıyordu.
Ve bunu başardık.
Bu büyük tarih yolculuğu, sosyolojik analiz ve politik mücadele Kürt ve Kürdistan realitesini kanıtladığı gibi, bunu dosta-düşmana kabul de ettirdi.
Bu büyük bir başarıdır.
PKK bu başarının adıdır.
Ancak Özgürlük çözümü başarılamadı
Kürt varlığı kanıtlandı, ideolojik-örgütsel bilince kavuştu, fakat özgürleşme adımında tıkanma yaşandı.
Tıkanmanın gerisinde reel-sosyalist
ideoloji ve etkileri vardır. Sosyalizm 20. Yüzyılda dünyanın pek çok yerinde devlet iktidarını ele geçirdi.
Dünyanın üçte birine hâkim hale geldi.
Ama ayakta kalamadı, çöktü.
Bu bize de kriz olarak yansıdı.
Reel-sosyalizm çöktü.
Biz ayakta kaldık ama büyük bir bunalım da yaşadık.
Reel-sosyalizm, teorik açmazlarını aşamadığı ve özgürlük sosyalizmini geliştiremediği için çöktü.
Dayandığınız ideolojik argümantasyon çökmüştür.
İdeolojik bunalımdan çıkmak zordur
Hangi kavramsal çerçeveye,
hangi sosyolojik analize dayanacaksınız? Reel-sosyalizm çökmüş,geriye pek bir şey kalmamış.
El yordamıyla sosyalizme inancı sürdürürken,
“Sosyalizmde Israr İnsan Olmakta Isrardır” gibi bir değerIendirmem olmuştur. Bosyalizme inancımı, bağlılığımı
korudum ve bunu bir bilince dönüştürme mücadelesine girdim.
Zor, bunalımlı yıllardı.
2000’Iere
doğru geldiğimizde yeni bir yoğunlaşma ve çözümleme sürecine başladık.
Demokratik-ulus, sosyalizm üzerine geliştirdiğimiz bu çözümlemelerin stratejik sonuçlarından biridir ve sosyalist perspektife yeni bir soluk olmuştur.
Bu hem sosyalist perspektifte hem de
PKK için stratejik bir dönüşümdür.
Bugün ise bu dönüşümün sadece adı konulacak, resmiyet kazanacaktır.
Yirmi yıldır bu dönüşümü sonuca ulaştırmaya çalışıyoruz.
Demokratik Ulus çözümü, önümüzdeki sürecin temeli olacaktır.
Demokratik Modernitenin çözüm perspektifi,
Demokratik
Ulustur.
Buna Çağrı Metninde “Barış ve Demokratik Toplum” demiştik.
İkisi de aynı anlama gelir.
PKK Kürdistan gerçekliğini açığa çıkarma, varlığını yenilmez düzeye kavuşturma hareketidir.
Bundan sonraki adım, özgürlüğü
gerçekleştirmedir.
Özgür toplum, komünalite temelinde,
etik-politik doğrultuda şekillenecek, varlık bulacaktır.
Bu adımı PKK ile gerçekleştirmek pek
mümkün gözükmüyor.
PKK olmasaydı Kürt ve Kürdistan adına geriye ne kalırdı?
Latin Amerika’daki İnkalar, Aztekler, Kuzey Amerika’daki Kızılderililer gibi tarihte kalmış bir kültür olurdu.
Aslında durum halen de tam aşılamamıştır. Dersim’deki, Bingöl’deki, Zagros’taki sadece bir kültür kalıntısıdır Kürtler.
Çözülmüş kabileler, işlevsel olmayan bir dil,tarikat kırıntıları, aşiret-aile kavgaları.
Bunun halen ve PKK’nin varlığına rağmen istenilen düzeyde aşılamamış olmasının
nedeni, tarihsel-toplumsal dağılmışlığın derinliğidir.
Bir noktadan sonra buna “sömürge”
demeyi de yeterli görmedim.
Sömürge ötesi bir durumdur söz konusu olan.
Bir tür çöplük.
Çöplük toplumu; bir mezarlık.
Dersim’de halen vadilerde, mağaralarda, derelerde kemikler duruyor.
Son gelenek temsilcilerinin mezarları bile nerededir belli değil.

Şeyh Sait, Saide Kurdi, Seyid Rıza da dâhil olmak üzere.
Bunlar Kürtlerin en güçlü geleneksel önderleriydiler.
Yahudi soykırımında rol oynayan, Yahudi Komitesi diye tanımlanan Judenräte (Judenrat)’lar vardı.
Bunlar faşistlerle iş
birliği yapan Yahudilerden oluşmuş grup veya ailelerdir.
İş birliğikarşılığında kendilerinin veya ailelerinin ömrünü yirmidört saat uzatmak için Yahudileri gaz odalarına gönderiyorlardı. Naziler soykırım sisteminin işlemesi için bu komitelere ihtiyaç duyuyordu..
Bunlar Yahudilere, “sizi banyoya götürüyoruz” diyerek kandırıp gaz odalarına
götürüyorlar.
Kaç kişinin istendiğine bağlı olarak gideceklerin listesini de bu komiteler
hazırlıyorlar.
Bu komiteleri faşistler kurmuş.
Bu konu üzerine düşünürken baktım ki Kürt
gerçekliği de bir Judenrat gerçekliğidir. Sömürgecilik ötesi dediğim bu Kürt gerçekliğidir. İşte en “benim” diyen aileler, Barzaniler, Bedirxaniler, hatta Şeyh Sait’in geride kalan bazı torunları, Seyid Rıza’

Show More

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button